10 Temmuz 2015 Cuma

Sevgi ve saygıyla..

Bu sefer neden uzun bir ara verdiğim için bahaneler sunmayacağım, hem aklıma gelmedi, hem vakit bulamadım hem de taşındık.
Ankara'yı bilen bilir, Batıkent diye bir semti vardır ki şuanda Türkiye'nin en büyük semti, 4-5 sene önce nüfusu 400.000 idi, şimdi bilemiyorum. 1990 yılı civarı şuanda merkez olan Gimsa önü ve son metro durağı yanındaki sitemize taşındığımızda her yer bataklıktı.(hani bir klişe var ya "tarla" ile ilgili, aynı onun gibi oldu). Ostim yeni yeni kuruluyordu. Çarşıya gidebilmek için körüklü otobüse binerdik ve 55 dk alırdı. Şuan 32 yaşımı doldurdum, eski oturduğum yere bakınca "vay beeee" diyorum çoğu zaman. Starbucks bile açıldı, üstelik ben evlenince. 
Bağlayacağım nokta şu ki, evimiz merkeze hep uzaktı, bir gün kendi evim olursa merkeze yakın nezih yerlerde oturacaktım, ama bir türlü olmadı. Taşındık demiştim. Eskişehir'de oturuyoruz, Gökmeydan semtindeydik ama eşimin işyerine yakın olsun diye Ertuğrulgazi mah. diye çok varoş bir mahalleye taşındık. Şöyle söyleyeyim, 700 binliralık evlerin yanındaki gecekondular yıkılıyor ve arsa sahiplerine lüks evler dikiliyor. Yol yordam bilmeyen, tabiri caiz ise dağdan inmiş ayılar ne kadar evcilleşmiş ise o kadar evcilleşmiş insanların içinde oturuyoruz. Biliyorum kaba ve ukala görünüyorum, bu yaşımda beni bu kadar toleranssız hale bu saygısız  insanlar getirdi. 
Kadınlar kapı önünde gıybet yapıyor, güya müslüman ya, gelenin gidenin kıçına başına bakıyorlar, kocasını, çocuklarını kim varsa eleştiri. Geçen eşimle yürüyüşe çıktık, alt komşu "nereye gidiyorsunuz?" dedi merhaba demeden. Artık o hale geldimki şu salak sorulara yemin ederim sinir krizi geçireceğim. "Sana ne" diyebilmek için bazı şeyleri feda edebilirim, ama susuyorum. Eşim çok nazik biridir, benden başka hiç kimsenin kalbini kırmaz. "Yürüyüşe çıktık ablacığım" diyor. Neyse kurtardık öle, istesem de çatamam çünkü ahh ahhh "toplum" içinde yaşıyorum, o dağdan inmeler gibi olmayım değil mi?
Her neyse, bu dağdan inmelerin bir de İstanbullu versiyonları var. Üst kat komşularımız olur. Tam bir saat kapıyı açıp karşılıklı sohbet ederler. Görücü usülü evlenmiş, üremekten başka bişeye yaramayan, geleceğin tayyipçi neslini büyüten tiplerden ikisi de, olur ya hani kocaları hafif atarlı, zayıf tipler. Gün yapan, avon kataloğu gezdirenler, tam onlardanlar.
Geçen saat 11 oldu, süpürge susmadı. O lanet olası mütaahitlerin hangisi yaptıysa düşünün üstümün karşısındakinin yaptığı süpürge evimin içinde gibi. Gece 11 de süpürge yapıyor ya. Çıktım kapısına, ses kesildi. Duymadığımı zannediyorlar ama ben duyuyorum. 13-14 yaşlarındaki oğluna "açsak mı?" Diyor. Farkında yani. "Napsak, açsak mı, hadi sen aç ben gideyim" gibi birşey söyledi.
İşte geleceğin adi şerefsiz, kurnaz ve piç karakterli evlatları böyle yetişiyor. Evladım iyi biri olsun istersin, önünde her türlü dalavereyi yaparsın, sonra bu çocuk neden böyle? Uzaklarda arama, dayısına halasına benzetme, sana benziyor o çocuk.
Kapıyı açtı çocuk. "İyi akşamlar, saatten haberiniz var mı? Diye soracaktım dedim. Aynen 13-14 yaşındaki bir erkek çocuğun söylediklerini yazıyorum "Yoo, saatim yok bilmiyorum", kolunu gösteriyor, "bak yok" 
"Saatin olsa da olmasa da şu an yaptığınız doğru bir şey mi söyle bakalım?" Dedim. "İstediğimizi yaparız, napalım" dedi. Sonra annesi geldi ama bayağı bir vakit kazanmıştı üste çıkmak için. "Sizin yüzünüzden oruç ağız tüm gün boya yaptık, onun için süpürge yapıyorum, berbat halde herşey" dedi. Bizim yüzümüzden olan olayı anlatayım: digitürk bağlattık. Bağlayan kişi çatı kapağını açık bırakmış, yağmur yağmış bunların evine dolmuş. Adam kavgaya geldi kapıya, eşim çok alttan aldığı için kavga edemedi. Ne masraf çıkarsa öderiz dedik. Daha sonra da çıktı digitürkümüzü söktü yeniden bağlattık, çünkü taktıkları çubuk kırılmış ve altına yine su dolmuş. Kadının dediği bu. Adam apartmana birşey yaptırırken soracak herkes diyor, senelerdir digitürkümüz var, hiç hesap verdiğimizi hatırlamıyorum. "Hanımefendi benim ne suçum var?" Dedim, o da tam 100 cümle saydı benim ne suçum vardı diye. Evde basbayağı temizlik vardı dostlar, boya falan yoktu, beni bozguna uğratmak için öyle dedi. Biraz sakinleşince içeri gel, kocam yok" dedi. Kocan olsa ne yazar, haremlik selamlık olmadık daha çok şükür. Biraz oturdum, digitürk falan yaptıklarından konuştuk, aynen şöyle dedi: "çatılar bizim olduğu için kimsenin birşey sormadan birşey yapacağını kestiremedik" Lafa bakar mısınız? Bunlar bencil yaşamaya alışmış, üst kat onun diye çatı onun sanıyor :))))) 10 dk daha geçti, iyice sakinleştik: "istanbuldan eşyam gelecek de onun için toparlıyordum etrafı" dedi :)))) bildiğiniz basbayağı karakteri bozuk, yalancı. 
Kapıda durduğum o 2 dk da yalan hazırladı, bir de bana karşı avantajı vardı, onu öne sürdü. Evde boya falan yoktu. Herneyse, diyeceğim şu ki, bir de şu senaryoya göz atalım
B: "saatten haberiniz var mı?"
K: "komşu biliyorum bu saatte süpürge yapılmaz ama tüm gün oruçtum süpüremedim, yarın eşyalarım gelecek, temizlik yapmak zorundayım." 
Eğerki bunun üstüne bir laf söylersem en adiyim. Yeryüzündeki en pislik insan olayım, tamam der giderdim. Neden? Neden en çok müslümanım diyenler böyle? Eve girdim hemen saçını kapattı bayan olmama rağmen. Ya başını kapatmaya özen gösteriyorsan dürüst olmaya da özen göster ya, haksız mıyım?
Sonra diyorlar vay Avrupa özentisi. Ya çoğu saygılı ya, çoğu. Bizim çocuklara bir bakın, düğün salonlarında, restoranlarda anlamsız yere bağırarak çember çizerler, çünkü ailesi öğretmiyorki, orası toplum içiymiş, kimseyi rahatsız etmemek gerekirmiş, nerdeee? Belki ben oraya dinlenmeye geldim, ben senin çocuğunu dinlemek zorunda mıyım? İşte Avrupa'da bu yok. Birini rahatsız edersen çekeceklerini biliyorsun, hak var hukuk var, adamlar kendilerini alıştırmış.

Neyse. Çok mutsuzum sevgili blog, evimi beğeniyorum normalde. Eksiğimiz çok fazla ama 3,5 seneden sonra gönlüme göre çok güzel eşyalar aldık. Ne var şöyle sessiz sedasız otursam, bu kadar görgüsüz olmasalar, bu kadar çok gürültü yapmasalar, dedikodu yapmasalar. İnsanlar biraz birbirine karşı saygılı ve dürüst olsa.
Ne var sanki, babamın bana öğrettiklerini başkalarında da görebilsem. Televizyon veya müzik her zaman yarı açık, en ufak açsak odamıza damlardı komşuları rahatsız etmeyin diye. Eskişehir'de insanlar kaldırımda 3 kişi yürüyorlar ve sen tek kişi olduğun için sen çekiliyorsun, üçü sabit duruyor. Evde ayaklarımın ucunda yürürdüm, artık sallamıyorum. Geçenlerde alt kat ve üst kat çok gürültü yaptılar, tam 10 dakika son ses Therion dinlettim. Gerekirse daha fazlalaştırırım. Beni insanlıktan çıkardılar, saygısız oldum.

Taşındığımız mahalle daha da fena, anlatamam. Evden bir şekilde çıkmam lazım, içsel olarak KPSS için kendimi tekrar hazırlıyorum yeterki burdan gideyim..

Bu arada kadın bana "Çocuğun olsa sesten şikayet etmezdin" dedi ama bu bambaşka bir günde yazılacak bir malzeme. Bu kadının dışında herkes suçlu yani...

Sevgi ve saygıyla kalın..

19 Mart 2015 Perşembe

bloglardan karakter tahlili

       Üniversiteden mezun olduğumda 3 ay kadar çeviri yapmış, daha sonra da bilişim sektöründe küçük bir firmaya girmiştim. Dış ticaret sitelerinin ingilizce içeriklerini hazırlıyor, kalan vakitte google reklamları ile uğraşan arkadaşlarıma yardım ediyordum. 2007 veya 2008, bu reklamcılık sektörü yeni yeni gelişiyordu. Hani google amcada arama yapınca ilk sırada çıkanlar ve sponsorlu bağlantılar var ya, müşterilerimizin ilk sıralarda çıkmasına uğraşıyorduk. Herneyse.

     Daha sonra da bir blog patlaması yaşandı zaten. Blog "weblog" kelimesinin kısaltmasıdır ve web günlüğü anlamında kullanılır ki aranızda zat-ı muhterem osmanlı özentileri bile hala bu kelimeyi kullanmakta. Tüm dünya olarak zaten bokunu çıkarmadığımız çok az şey olduğu için bunu da onların arasına attık, daha sonra Yemek fotoğrafçılığı diye bir yan dalımız bile oldu. İnanır mısınız bir blogta meslek kısmına "Blogger ve Yemek fotoğrafçısı" yazan gördüm. Yorum yapmak haddime düşmez.

     Yemek tarifi yayınlamak iyice bir sektör haline geldi şimdi. Aslında tariflerini paylaşmaya can atan amma hamarat hatunumuz varmış diyordum ama ben reklam gelirlerini o zaman pek düşünmemiştim. Zaman zaman salaklık yaptığım oluyor. Dayım falanca tarihte "o benim çocuğuma küçük altın taktı, ben de ona küçük altın götüreceğim" dediği ana kadar düğünlerin gerçekten kutlama amaçlı, takılanların ise gönlünden ne koparsa düğün sahibine yardım amaçlı olduğunu düşünüyordum ve yaşım ergenliği geçeli çok olmuştu. Bu satırları tüm samimiyetimle yazıyorum. Tarif bloglarının da reklam gelirleri için olabileceğini çok sonra düşünebildim.

   Burda edepsizlik yaptığım düşünülmesin, reklam için de olsa tariflerini paylaşan herkese minnetarım. Çoğu zaman hava atmamıza bile neden oluyorlar, tarifi nerden deyince internette bir yerlerde görmüştüm deyip geçiştiriyoruz, o bize ait olsun istiyoruz (yapan gördüm, ben yapmıyorum :))))

   Yemek tarifi okumaktan büyük keyif aldığım için öyle çok blog okudumki, artık çoğu için karakter tahlili yapabilirim. Sizinle paylaşmak istedim

1.ÖZENTİLER
Bu tiptekiler süt reçeline Dulche de Leche demeyi severler. Veya apfel strudel yaptım derler yani elmalı tart. Veya bir çok başka örnek. Bazen çok komik kaçıyor, bir tarifin yarısı yabancı kelimelerle dolu. Tüm blog fransız tarifleriyle dolu oluyor. Çok gülüyorum, sanki Türk yemekleri tükendi.
Aileleri zengin olup, büyük ihtimalle yurtdışını görmüşlerdir
"Ben şekerli vanilin kullanmıyorum. Hıh! Onlar sentetik!"
Tabi bir vanilya çubuğuna 5 tl veremeyeceğimiz nereden bilsin?
Türkçe olan herşeyi destekliyorum fakat, yabancı bir insanın yoğurdumuza yoğurt demesi ne kadar hoşumuza gidiyorsa, bir de onun açısından bakın, tamamiyle kendi anavatanının diline ait bir yemekse elbette öyle kullanmamız gerek.

2. SELAMUN ALEYKUMCULAR
Bu normal hayatta olsun, sanalda olsun en nefret ettiğim grup. Akepe zihniyeti, tarikatçı zihniyeti. Sitelerine esma ül hüsna yazarak sevap işleyeceklerini düşünen, yemek tarifine selamun aleykum diyerek başlayan insanlar, sanki Arabistan'da yaşıyor. İnancıyla ne kadar çok gösteriş yaparsa o kadar iyi olacağını düşünen zihniyettendirler.
Hiç bir kandili kaçırmazlar ama yine de Türk olduklarını unutup 23 nisanı, 19 mayısı unutuverirler. Yılbaşı tam cahil olduklarından onlar için günahtır. (Gavur dediklerin 24 aralık'ı bizler ise yeni yılın gelişi 31 aralık'ı kutluyoruz)
Almanların ürettiği arabayı, güney korelilerin ürettiği telefonu, amerikalıların veya japonların ürettiği bilgisayarları kullanırlar ama beyinleri "Ya bu müslüman ülkelerden neden bu tür markalar çıkmıyor?" diye sorgulamaz. Zaten falanca hocanın buna bir açıklaması vardır, sorgulamaya gerek yoktur. Zaten sorgulayan beyin de yoz olamaz. Az bir çirkefi varsa içinde "Dinimi yaydığım her alet sevaptır, mubahtır" gibi şeyler söyleyecektir ama zaten sorgulamayı reddettiği için bu cümleyi kuruyordur.
Ekseriyetle en az 3 çocuk sahibi, sitesinde Helal Höttörö Peynirleri"nin reklamlarının olduğu kişilerdir. "Ya ben vanilya özütü kullanmıyorum da yapmıyorum da, alkolle yapılıyor o diyenlerdir. Merak etme kardeşim 1 ay bekleteceksin, alkol uçup gidiyor zaten. 1 çay bardağı alkol sana haram olacaksa allah neden alkol yaratmış hiç düşünmez misin?

(bu satırları okuyup ahaa dini inancıma saldırdı diyorsan yozsun kardeşim, hedefim kişidir, dinin değil)

3. YARIŞ ATLARI
Çoğumuz yarış atı gibi büyüdük. Ben de onlardan biriydim. Falanca sınavı geç, o biter şunu geç bunu geç. Oku oku bitmedi. Hep başkalarını geçmek zorunda kaldık. Belki de rakip diye düzgün arkadaşlıklar kuramadık. Test çözmekten flört edemedik falan filan.
Yarış atı blogcuların sitelerinde bolca şu cümlelere rastlarsınız
"Ben zaten plaza çalışanı olduğum için, evim de iş yerine yakın olduğu için, öğlenleri gelip 1000 tlye almış olduğum ızgarada kabakları pişiriyorum."
"Aslında şöyle yapmak istiyorum ama çalıştığım için.."
"İşimden arta kalan vakitlerde.."
Asla kınamıyorum, insan mezun olup iyi bir işe girince ee noldu şimdi tonlarca maaşım var ama gençliğim test çözmekle geçti deyip kompleks yapıyor, bu ülkemizin durumu. Her cümlemize böyle başlamamız doğal.

4. KOCAN KADAR KONUŞCULAR
Bu kişilere heryerde rastlayabilirsiniz, öğretmenler odasına çokca vardırlar. Eşi doktor, mühendis, subay olan eşi Astsubay, rütbesiz polis, özel şirket çalışanı olana göre kada kıdemlidir ya! yazarken bile gülüyorum :))))) bu kadınlar malesef karaktersizdir, ya da zayıf karakterli, başka türlü var olamazlar, yazık.
İşte bu tipler de bunların yemek blogcusu versiyonu.
"Ahmet bana bilmem ne pazarından 100 tl ye alınmış böğürtlen getirir."
"Eşim falanca komiteden şunu şunu duymuş"
10 cümlede 3 kere eşim geçmezse olmaz. Hele bir de havalı bir işi varsa.
2009 yılında gittiğim bir dersanede, sınıftaki arkadaşlardan biri her cümlesine "Hocam biz asker eşi olduğumuz için.." diye başlıyordu, hepimiz kıs kıs gülerdik. O bayanın blogcu versiyonundan bahsediyorum.

5. SAĞLIKÇILAR
Bahattin bazen güldürdüğü kadar, düşündürüyor da..Geçenler de şu geçti
"Adam çayına şeker atmayarak 250 yıl yaşayacağını sanıyor"
Aynen katılıyorum. Ya ölüm gelecekse dünyadaki en sağlıklı şeyleri yemiş ol yine de öleceksin.
"Bu tarifte tuz ihtiyacımı falancadan alacağım için kabağa ve mercimek çorbasına tuz eklemedim, böyle bunları kusmuk gibi yemek istiyorum" diyen blogculardır.
Ya günlük bir tatlı kaşığı tuz hakkın var kardeşim. Ağır kalp hastası değilsen atmak istiyorsan at tuz, günde 10 bardak çay içmiyorsan veya her bardağa 10 küp şeker atmıyorsan, azcık tatlandırıver o çayı. Bakın benden söylemesi, eceliniz geldiğinde o şekersiz içtiğiniz çaylar, tatsız yemekler gözünüzün önünden geçecek. o is kokulu çengelköy hıyarına keşke biraz daha tuz ekseydim diyeceksiniz
Diyeceksinizzzzzz (Canan Karatay gibi)
"Çoğu zarar, azı karar"

Devamı gelecek..

23 Şubat 2015 Pazartesi

Kendinde o hakkı görmüş..

Malum, aylardan Özgecan..
Kriminolojiye derin bir ilgim var, daha doğrusu vardı, bu aralar çok fazla ilgilenemiyorum. İlgilendiğim dönemde çok fazla araştırma yapmış ve psikoloji kitapları okumuştum. hala da zaman zaman araştırıp okuyorum. insan psikolojisi beni çok çok etkileyen bir konu, üzerinde konuşacak sözlerim kesinlikle bitmez. çünkü bitecek bir konu değil, insan var oldukça psikoloji ve bununla ilgili bozukluklar artarak veya yön değiştirerek devam edecek. Söz gelimi annelerimizin zamanında blumia veya anokresia yoktu, varsa da çok azdı ve hastalık olarak değerlendirilmezdi, kesinlikle medyanın öncülüğündeki psikolojik rahatsızlıklar.
Suçlu psikolojisi bambaşka bir konu. ne yaparsam yapayım, ne okursam okuyayım, onların psikolojisini gerçekten korkunç buluyorum. psikopatların -belki bilirsiniz- en ayırt edici özelliklerinden biri empati yeteneğinden yoksun olmaları. söz gelimi, tecavüz anında yalvararak ona bakmanız, yalvarmanız vs onu istediğinden alıkoymaz çünkü sizin içinde bulunduğunuz durumu anlama yeteneğinden yoksun.
Ben din konusunda hem bilinemezciyim, hem deistim. ölüp de geri gelen olmadığı için veya geri gelip gelmediklerini bilemediğim için bu konuda bilinemezciyim. Veya yaratıcı konusunda; dünya ister büyük bir patlamayla oluşsun, ister bir deniz canlısından türemiş olalım veya velhasıl bundan 100 yıl sonra bizim mesela plastik borudan yaratıldığımızı %100 kanıtlasınlar, her ne şekilde var olmuşsak olalım, mutlaka bir yaratana ihtiyacımız var. bunu asla inkar edemeyiz, ister allah diyelim ister tanrı. Ben böyle bir yaratcının dünyayı dinlerle böleceğini düşünmüyorum, bazı toprakları kutsal kılıp bazı ırkları üstün kılabileceğine heleki insan oluşumundaki "dişi" varlığı bir erkeğin kaburga kemiğinden yaratacak kadar alçak bir varlık olduğunu asla düşünmüyorum. Böyle bir dünyayı yaratmaya karar vermişse eğer iki cins başta olmak üzere herşey eşittir. bize akıl fikir vermiş gerisini bize bırakmış. Söz gelimi; küresel ısınma ile ilgili insandan başka kimi suçlayabiliriz. Dünya tam bir dengede, onun dengesini böyle bozarsak sonuçlarına kendimiz katlanırız. Asla kaderci değilim, ya da düzelteyim, kaderci olduğumu hissettiğim zamanlarda bunu kesinlikle aşmaya çalışıyorum. Arkadaşlar, matematik netleriniz umduğunuzdan düşük geldiği için anca Gaziantep Üniversitesi'ni tutturmanız; yaratıcının size "Hayırlısı buymuş" diye biçtiği birşey değildir, bunu siz yaptınız. Yaratıcı öyle istemedi, sizin başarınız bu kadarmış. Bunu kader olarak kabul etmek birşeylerin kölesi olmayı kabul etmektir, yani siz hangi dehada olursanız olun size biçilen üniversite o, bunu kabul etmek bilerek köleliktir. Hayır, yeterince çalışmadınız veya o gün şans eseri kötü gününüzdeydiniz, vs vs. Neyse. Demek istediğim bu dünyada, erkek veya dişi, eşitiz. Diğer konular hakkında daha sonra yazarım.
Şuan çok fazla açılmak istemiyorum, konuyu toparlayayım. Çok fazla miktarda gerçek cinayet vakaları izledim, okudum. her birine ayrı ayrı üzüldüm. izlediğim şeylerin kurbanlarının %99.9'unun kadın olmasına her zaman daha başka üzülürüm.  Beni en çok etkileyen olaylardan biri de Özgecan oldu. Öldüğüne çok üzüldüm,genç olmasına çok üzüldüm, yüzlerce madde sayabilirim. ama evde 3 gün boyunca hatırladıkça gözyaşı dökmeme sebep olan şey annesinin şu cümlesidir:
"Çok acı çekmiştir kızım. Keşke kurşunla öldürselerdi."
yazarken bile ağlıyorum. insanlığın bittiği yer. üzerine bir şey yazmak boş, ama bir annenin dileğine bakın. kızım ölmesin dileğini geçmiş, kızım kurşunla ölseydi diye diliyor. Ciğerim yanıyor her aklıma geldiğinde. işte tüm dinleri bu yüzden reddediyorum. Ne yani buna kader mi diyorsunuz. Dünya gözüyle bir insana bu acıları yaşatacak kadar zalim mi bu yaratıcı?
Değil, zalim olamaz çünkü bunun yaratıcıyla alakası yok, bunu yapan insan, insan!!
Yine allaha havale edeceğiz, yine allah belasını versinler höyküreceğiz, yine allah rahmet eylesinler dileyeceğiz. Birşey hatırlatmak istiyorum, sizin inancınıza göre herşey allahtan, kimi kime şikayet ediyorsunuz. ilk önce toplum eşitliğini sağlayalım, facebookta görüyorum kadınlar "ilk önce adam yetiştirin" vs yazıyorlar, bu bile başlı başlına ataerkilliktir. ilk önce İNSAN yetiştirelim. ilk önce insan yetiştiremediğimiz için o katil Özgecan'a saldırma "hakkını" kendinde görmüş.

4 Şubat 2015 Çarşamba

kar yağacakmış..

Merhabalar
yine ara verdim..sanırım bir gün ara verdim diye başlamazsam düzelmişim demektir, çünkü düzenli bir şekilde yazıyor olurum.
yarım gün home-office şeklinde çalıştığım bir işim var, yine de hiç birşeye yetişemiyorum. hani çok düzenli, her işin altından kalkabilen, 2 çocuğunu evini kocasını ve işini mükemmel bir şekilde idare edebilen bayan arkadaşlarımın saygıyla önünde eğiliyorum.
bu aralar çok değişiklik yok, takı işlerine devam ediyorum. eşim çok hastalandı, yaklaşık 6 gün hastanede kaldık. çok hasta olarak eve geldi, grip sandık gitti ilaç aldı. 2 gün hastaneye gitmeyeceğim diye ayak diredi. iyice kötüleşince sabahın köründe kalktık gittik. zatürree olmuş. yahu ya daha çok gecikseydik, o kadar çok ateşi vardıki artık. bu erkek inadı ve bencilliğinden muzdarip olan var mı?
hepimizin çeşit çeşit bencillikleri var, haydi bunu kabul edelim. ama haydi hastaneye gidelim diyen bir eşi yalvarttıracak, çaresiz bırakacak kadar bencillik nasıl bir bencilliktir. saçından sürükleyip götüremem ya! neyseki gittik sonunda, ateşi kontrol aldılar. 7 gün de evde raporluydu. bugün işe başladı.
sevgili eşim tam da evlilik yıldönümümüzde hastaydı, çok güzel bir şekilde kutlayamadık. bu yıl kendisine başka bir hediye alacağım için maddi açıdan küçük ama sevimlilik açısından büyük bir hediye almıştım: butik kurabiyeler :)

özel tasarım kurabiye yaptırmak isterseniz, ve aynı benim gibi bu konuda çok yeteneksizseniz size çok sevgili Burcu hanımın adresini vereyim
facebook ve instagram: burcucakurabiyedunyasi
blog: http://burcucaaaaa.blogcu.com

kötü fotoğraf için özür dilerim, akşam saati ve kasvetli evde ancak bu kadar oluyor.

başka aklıma gelenleri yazayım..
zorunlu olduğum şeylerden kaytarma sendromum var. tıp literatüründe kayıtlı mıdır bilmiyorum ama gerçekten var. çok ufak da olsa yenmek için bir adım attım ve spora başladım. haydi hayırlısı. 1 aydan fazla gidebilirsem, birşeyleri başarmış hissedebilirim. uzun süredir, bir çok şeyi tamamlayamamaktan muzdaribim. empati yeteneği yoksun veya bunu daha önce yaşamamış insanlar "gerçekten istemiyorsundur" diyecek ama malesef öyle değil..
güzel bir haberim daha var. gelecek hafta kar yağışı gösteriyor sevgili telefonum. daha önce şaştığı çok az oldu. sokaktaki insanlara, böylesine fakir bir ülkede yakacak yakıtı olmayan insanlara saygısızlık etmek istemem ama karın yağmasını çok seviyorum. bir deniz manzarası bir de kar manzarası, sanırım vazgeçmem. kahve, kitap vb unutmayayım tabi :) sevdiğim şeyler hep "k"ile başlıyor :))) kahve, kitap, kedim, kocam, kar :)))) takı yapmayı da çok seviyorum ama onu "k" harfi ile başlatamadım :) bu aralar vintage style şeyler tasarlıyorum, tarz olarak en sevdiğim tarz, bir tane örnek fotoğraf vereyim

umarım bloguma işinize yarar bilgiler de eklemeye başlayabilirim artık.
bu akşamlık bu kadar yeter.. iyi geceler

17 Ocak 2015 Cumartesi

yine programlı değilim..

       Çok uzun yıllardır blog okuyorum, hiç yazmak aklıma gelmemişti, nihayet başladım ama neredeyse 4 ay yazmamışım.
        Evliliğim bu 21 ocakta 3. senesini bitirecek ve evlendiğimden beri programlı, hesaplı kitaplı olmakta çok zorluk çekiyorum. Defalarca içsel telkin yoluyla kendimi ikna etmeye çabaladım ama başarılı olamadım. şuan işsiz güçsüz oturduğumdan mı bilmiyorum. Diyet programıma, çalışma programıma, ev işlerinin programına, yapmak mecburiyetinde olduğum şeylerin programı, zorunluluklarımın saatleri vs hiç birşeye uyamıyorum, mutlaka geciktiriyorum. birini yapsam biri mutlaka kalıyor.
       Ah içinizde aynı şeylerden muzdarip olup başarıya ulaşan biri olsa da okusa ve bana bir yol gösterse. işin içinden çıkamıyorum.
       Şu 4 ayda ne yaptın derseniz, aslında işe girdim. Muhtemelen hayatta en çok sevdiğim iş olacak olan dış ticaretle alakalı. işimden memnundum, eşimle çok da güzel hayaller kurduk, kendi evimizi satın almak vs. ama sanırım 40 gün civarı dayanabildim. Sebebi de patronumun çok laubali konuşması, küfürlü konuşması ve şirketteki tüm bayanların fiziksel kusurlarıyla dalga geçmesiydi. evet kimse yanlış duymadı, 4-5 senedir bir iş hayatım yok diyebilirim ama 4-5 sene önce de patronlar bu kadar lüzumsuz olmazdı, mesafeli olurdu. bu kadar senede insanlar bu hale geldiyse söyleyecek lafım yok. diğer bayanlar onu o şekilde kabul etmişler ve idare ediyorlardı. Eğitim seviyesine vs. veriyoruz dediler, şimdi düşünüyorum ama acaba onu öyle mi kabul etseydim? Kabul edebilseydim güzel bir işim olurdu. Ama son günlerde çok mutsuzdum, çünkü diğer arkadaşların yanında kilolarımla dalga geçiyordu. Dayanamadım çıktım.
       Hayatta insanların fiziksel kusurlarıyla dalga geçmem. Çok absürd birşey görürsünüz, içinizden belki atıp tutarsınız (ki bu da çok ayıptır ama insanoğluyuz eminimki içimizden geçiriyoruz bazı şeyler) ama saygıdan asla yüzümüze belli etmeyiz çoğumuz değil mi? Bilmiyorum, ben annemden babamdan böyle gördüm. bir patron olsaydım da dalga geçeceğim insanı işe almazdım diye düşünüyorum.
       Daha sonra kış tatili için Avusturya'ya gittik. Bu eşimin bana özel hediyesiydi. Evlenmeden önce de dahil, en büyük hayallerimden birinin renk renk Christmas ışıkları içinde yürümek, turta, kek vs kahve içmek olduğunu eşim artık biliyor. Uygun fiyatlı uçak bileti kollamaya başlamıştık yeşil pasaportlarımıza kavuştuktan sonra. Avrupa'da rastgele bir yer seçmiştik, haydi Viyana olsun dedik. aynen böyle yaptık. uçak biletini aylar öncesinden alıp oteli ayırttık. gidemezsek uçak bileti yanacaktı sadece ama gittik.
      Gerçekten yaptığım en güzel tatillerden biriydi. Kahve içtim, kek yedim, renk renk ışıklar içinde yürüdüm. ama gerçekten çok yürüdük.

Bir tek kar yağmadı. o beni üzdü. Medeniyet gerçekten tek dişi kalmış canavar değil, gidip görmelisiniz. Sanata,sanatçıya, özgürlüğe vs hayran kaldık. Daha sonra gezi notlarımı tek tek yazacağım, şuan kısa kesiyorum. Geldikten hemen 1 gün sonra takı malzemelerimi tamamlamak için İstanbul'u ziyaret ettim. Dönünce böbreklerimden hastalandım ve memlekete gittim ailemin yanına, yeni yılı orda karşılayıp Eskişehir'e döndüm. 17 ocak olmuş vakit, iş güç, takılarla uğraşıyorum. Daha sonra görüşmek ümidiyle.